“İş insanı güvencesi yoksa yatırım yapmaz”

Diyarbakır Ticaret Ve Sanayi Odası Başkanı Mehmet Kaya, ekonomik krizin nedenlerini değerlendirirken, demokrasi sorununa işaret etti. Bölgedeki yatırımcıların Türkiye’nin batısına oranla çok daha büyük sıkıntılar yaşadığını belirten Kaya, demokrasisi güçl

DİYARBAKIR – Daha önce de bir dönem Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası (DTSO) Başkanlığı görevinde bulunmuş olan Mehmet Kaya, nisan ayında yapılan seçimde yeniden başkanlık koltuğuna oturdu. Eczacı olarak başladığı iş hayatına daha sonra inşaat sektöründe devam eden Kaya ile ekonomik krizi, krizin bölge illerine yansımasını, demokraside yaşanan sıkıntıları ve Kürt sorunu hakkında konuştuk.

İsterseniz, sporla başlayalım. Sezon başında, son dakikada Amedspor’un ekonomik durumuna müdahale ederek takımın sahaya çıkmasına olanak sağladınız. Amedspor’a ilginizi anlatır mısınız? Takımın ekonomik durumuyla ilgili neler yapılabilir?
Bizim yaptığımız katkıyla Amedspor liglere katılabildi. Futbolcu borçları giderilmezse lige katılamıyordu. Sonuçta bir kentin takımından bahsediyoruz. Toplumsal karşılığı güçlü bir takım ve Amedspor büyük haksızlıklara uğramasına rağmen halen ikinci ligde ve gayet başarılı bir takım. Hangi Anadolu takımına bakarsanız bakın, mutlaka bölgenin iş insanlarının, belediyelerin katkısı oluyor. Amedspor’a 3 yıldır deplasmanda taraftar yasağı uygulanıyor. Bu, çok büyük bir ayıp. DTSO olarak böyle bir kitlesi olan, topluma mal olmuş bir takımın maddi sıkıntılardan dolayı liglere katılamamasına seyirci kalamazdık. Bu sadece DTSO’nun yaptığı bir katkı değil. Ticaret Borsası, Esnaf ve Sanatkarla Odası, tüm odalar hemen toplandık ve üyelerimizden para toplayarak bu sürece katkıda bulunduk. Bundan sonra da ilgimiz kesilmeyecek. Amedspor yönetimi ile birlikte daha iyi bir yapı nasıl kurulabilir, sorunlar nasıl çözülür diye diyalog içerisindeyiz. Umarım bir daha bu sorunu yaşamayacak şekilde bir yapı oluştururuz.

“Konkortado yok ama kriz var”

Diyarbakır’da 50’den fazla şirketin konkordato başvurusu yaptığı yönünde bir haber hızla yayıldı ve düzeltme yapmak zorunda kaldınız. Nedir durum?
Resmi anlamda konkordato ilan eden şirket yok. Ama bölgede her şey gayet iyi bir noktada değil, bu doğru. Döviz yükselişleri bölgede büyük travmalar yaratmadıysa, kredilerin geri çağrılması gibi olaylar bölgede çok büyük sorunlar yaratmıyorsa bunun altında yatan temel neden, bölgenin zaten sürekli bir kriz yaşıyor olmasından kaynaklanıyor. Bankalar zaten kriz anındaymış gibi bir davranış kalıbı içinde. İpoteklerde mülkümüzün değerini yüzde 30’lardan ancak değerlendirebiliyorlar. Türkiye’nin hiçbir ilinde uygulanmayan BASEL 2 dediğimiz süreci bir tek bölgemizde yapıyorlar. Gelişen bir sanayimiz de yok. En son bölgede heyecan yaratan bir ‘cazibe merkezi’ uygulaması vardı, hükmet onu da iptal etti. Bunları yaşayan bir bölgede sürekli kriz ortamı olur. Doğrusu konkordato ilan eden şirket bile kalmamış burada.


Buna sermaye göçünü de ekliyorsunuz…
Finans sektörü, ‘kredi almak istiyorsanız merkezinizi Diyarbakır’dan Ankara’ya taşıyın’ diyor. Bölgeden yoğun bir sermaye göçü var derken kastımız buydu. Eğer buna bir önlem getirilmezse bölgeden sürekli bir beyin ve sermaye göçü olacak. Türkiye’nin son üç yıldır yaşadığı OHAL’i biz 30 yıldır yaşıyoruz. OHAL’in dışında bölgede bir de çatışmalı süreç var. Dolayısıyla bölgeyi diğer illerle aynı ekonomik politikalarla geliştiremezsiniz. Özel ekonomik ve sosyal politikalar geliştirmelisiniz. Bölge ile batıdaki illeri sadece derece farklıyla ele alırsanız insanlar ‘iki puan için niye oraya gideyim’ der ve yatırımını batıya yapar. İş insanları sektöre biraz realist bakar. Kamu kurumlarındaki yöneticilerle bir diyalog ortamı yarattık. Biraz zor da olsa yol alıyoruz. Bölgedeki siyasi iklim ne yazık ki herkese yansıyor. Merkezden bakarak bunu çözemezsiniz. Yereli güçlendirmek lazım ama bölgede 100 belediyeye kayyım atanmış durumda. Burada da bir merkezi güç var. Oysa hükümetin yereldeki seçilmiş aktörlerle yol almayı güçlendirmesi gerekiyor. Şimdi bunun büyük sıkıntılarını çekiyoruz. Kentte seçimle gelen yapıların çoğaltılması, kayyım atamalarının sonlandırılması çok önemlidir. Bölge en büyük sorununu buradan yaşıyor.

“Demokrasi varsa ekonomik yatırım da olur”

Ekonominin demokrasiyle, ifade özgürlüğü ile de ilgisi var…
Halkın seçtiği kişinin şehri yönetmesi olmazsa olmazıdır demokrasinin. Bir ülkede ekonomik kalkınma istiyorsanız demokrasiyi aynı ölçekte geliştirmek zorundasınız. Demokrasisi güçlü olmayan bir ülkenin gelişme şansı yoktur. İstediğiniz kadar zengin olabilirsiniz, ifade özgürlüğü, sivil toplum özgürlüğü yoksa siz orada bir özgürlükten tam olarak bahsedemezsiniz. Bunlar geliştikçe insanlar ekonomide yatırım yapmak ister. İş insanlarına gelin yatırım yapın, diyorsunuz ama temel haklarını sağlayabilecek misiniz? Herhangi bir suçlamayla bir sorun yaşamayacağına dair garanti verebilir misiniz? İş insanı güvencesi yoksa yatırım yapmak istemez.

Un İhracatın durdurulması bölgede sıkıntıya neden oldu. Nedir son durum?
Durum henüz tam çözülmedi. Alınan tedbirlerin haklılığını sağlayan etmenler var, bunu görmemiz lazım. Doların Türkiye’de bir anda aşırı artması bir önlem alınmasını zorunlu hale getiriyor. İçeriye yönelik üretim durma noktasına gelecekti. Önlem doğruydu. Bu sadece unla alakalı bir durum değil. Doların bu hale gelmesini sorgulamamız lazım, bu ayrı, ama sonuçta bu önlem bir şekilde alınmalıydı. Ama bu önlem alınırken çok kaba davranıldı. Ticari nüanslar hesaba katılmadan yapıldı. İnsanlar ihracat bağlantılarını yapmışlar, sürekli çalıştıkları dış ortakları var. Karşılıklı anlaşmalarla yapılan işlemlerdir. Dolar çok yükseldi, benim ürünüm ucuz kaldı, kapıyı kapatayım, demek doğru bir yaklaşım değil. Bunun takvimlendirilmesi gerekir. Öyle birden kapıyı kapattılar. Çıkış izni almış insanlar ürünlerini götüremediler. Bir kısmı kapıda beklemek zorunda kaldı. Hükümetin bu konuda kesinlikle bazı adımları atması lazım.

“İnşaat sektörü durma noktasında”

İnşaat sektörü bölgede gayet iyi durumdaydı. Krizden sonraki durum nedir?
Durum inşaat sektöründe çok daha kötü. 2017 ile 2018’de imza altına alınmış özel yapıların tamamına yakını durma noktasında. Doların yükselmesiyle, çimento, demir ve binaların iç ekipmanları hızla yükseldi. Birçok iş insanı verdiği teminat mektuplarını yakma noktasında. Bu kriz süreciyle ilgili ne yazık ki çok sağlıklı adımlar göremiyoruz. Tasarruf tedbirleri yapılmalı, doğru. Ama bu tedbirlerin reel anlamda bir uygulanabilirliğinin olduğuna inanmıyorum. Öncelikle burada inşaat sektörü durma noktasında. Devletin iki adımı derhal atması gerekiyor. Demir fiyatlarında hızla yükselen, neredeyse bire üç olan bir artış var. Taahhüt işlerinde fiyat farkı ödemesi birçok bakanlıkta uygulanmıyor. Özellikle yerelde yapılan okul yapımlarında uygulanmıyor. Bu yanlış bir uygulama. Sonuçta eğitim yatırımını engellememek gerekir. Siz bu fiyat farkını uygulamazsanız hiçbir inşaatçı dönüp bu okulları yapmak istemez. Yapıyorsa bilin ki o bina sağlıklı bir bina değil. Bu şartlarda kafa kafaya dediğimiz bir inşaat maliyetinin oluşma şansı yok, kesinlikle bir zarar çıkacaktır orada. Devletin bu tür yatırımlarda bir an evvel fiyat farkı kararnamesini çıkarması lazım. İkincisi de fiyat farkını göz önüne alarak yapımdan vazgeçiyorsa, bunu müteahhitleri zarar ettirmeyecek şekilde bir düzenleme yapılması gerekir. Baktığımız zaman ikisinde de büyük sorun var. İnşaat sektörü en önemli sektörlerinden biridir. Şu an Diyarbakır’da inşaat sektörü adeta durmuş durumda. Bu adımlar atılmazsa bir canlanma olacağı da görünmüyor. Satamadığınız bir işi yapamazsınız. Banka kredileri neredeyse üç kat arttı. Diyarbakır’da yüzde 40 faiz oranının altında kredi veren banka bulamazsınız. Yüzde 40 ile hangi işi yaparsanız yapın, o iş de para kazanamazsınız. Diyarbakır’da o yüzden borçla yürüyen bir inşaat sektörü var. Bu bisiklet meselesine benziyor. Bisikleti süremiyorsanız devrilirsiniz. Siz düşerseniz birlikte çalıştıklarınız da düşecek. Yaşadığımız budur.

Turizm sektörü de önemli Diyarbakır için. Almanya’dan tur operatörlerini ağırladınız ama sizce turizm yeterince destekleniyor mu?
Bakın, Ticaret Sanayi Odası’nın binası Amerika’nın tarihi kadar eskidir. Böyle bir bölgede yaşıyoruz. Burada siz turizmi bir numaraya koymak zorundasınız. Turist kentte kalmalı, tanımalı. Yatırımlar da buna göre olmalı. Maalesef bu konuda Diyarbakır hak ettiği yerde değildir. Diyarbakır’ın aldığı turist sayısına baktığımız zaman, gerçekten istenen noktada değil. Buna gerekçe olarak da ‘çatışmalı bölge’ olmasını gösteriyorlar. Bölgede bir Kürt sorunu var, doğru. Nitekim bu sorun Türkiye’nin sorunu olmaktan çıktı, Ortadoğu’nun en önemli sorunu haline geldi. Bu sorunun bugünden yarın çözülecek bir sorun olmadığı da ortada. Ama siz bunu yönetebilirsiniz. Burada algıları da yöneteceksiniz. Siz sürekli çatışmalı bir dil kullanırsanız turist de gelmeyecektir. Diyarbakır’da Zerzevan Kalesi var mesela. Birçok kesim tarafından ilgi duyulan ama ne yazık ki değerlendirilmeyen bir kaledir. Bizans’ın son kalesinden bahsediyoruz. Bunu doğru bir şekilde dünyaya pazarlamak zorundasınız. Bunu hükümetle, kültür bakanlığıyla yapacaksınız. Bizim bu son yaptığımız çalışma bu endekstedir. Almanya’daki tur operatörleri ve seyahat acenteleri yetkililerini şehre davet ettik, 4 gün gezdiler. Bunu geliştireceğiz. Bir ülkeyle sınırlı tutmayacağız. Tarih boyunca dünyada yaşayan tüm insanların dedelerinin burada yaşadığını biliyoruz. Türkiye’de turizmin en çok gelişeceği yer Diyarbakır’dır, Urfa’dır, Mardin’dir. Hükümetin bu çerçevede bu bölgeyi dünyaya tanıtması gerekiyor. Kültür Bakanı’na da ilettik, 2021 yılını Sur Yılı ilan etmesini talep ettik. Antalya, İzmir de önemli bir kentlerdir. Ayın 28’inde Diyarbakır’a turizmde ‘Altın Elma’ ödülü verilecek. Bu ödülü alan bir kentten bahsediyoruz. Dünya Diyarbakır’ın önemini görüyor.

Kürt sorunu ve diğer ülkeler

Federe Kürdistan Bölgesi ile Türkiye ilişkileri referandum sürecinde kopmuştu. Şimdi ilişkiler yeniden sağlanıyor gibi görünüyor. Son gelişmeler ticaret alanına olumlu şekilde yansıdı diyebilir miyiz?
Henüz somut anlamda adımlar atıldı denemez. Türkiye Güney Kürdistan sürecini çok yanlış yönetiyor. Bu yanlış yönetim aynı zamanda farklı algıların da oluşmasına sebep oluyor. Türkiye, dönüp baktığımız zaman ne yazık ki birçok ülkeyle siyasi sorunlar yaşıyor. Almanya, Hollanda ile de yaşıyor bu sorunları. Dönem dönem Rusya ile, ABD ile yaşıyor. Hiçbirinde ticari bir engel çıkarmıyor. Ticareti engelleyecek adımlardan kaçınıyor. Çünkü ticaretin etkilenmesini istemiyor. Bu nasıl bir akıl ise Kürdistan Federe Bölgesi ile yaşadığı siyasi sorun nedeniyle bir anda ticaretin bitmesini istiyor. Kapılarda sorunlar yaşatıyor. Bunu bir tek Kürdistan Bölgesi’ne yapıyor. Kürdistan’a bunu yaparak Kürdistan’ı aç bırakmıyorsunuz. Sizin bıraktığınız boşluğu başka ülkeler dolduruyor. Diyarbakır ihracatının yüzde 45’i Irak ve Kürdistan üzerinde yapılıyor. Antep’e bakın, orada da miktar bu kadardır. Ticareti engelleyerek aslında cezalandırdığınız kendi vatandaşlarınızdır, kendi ülkenizdir. Dünyanın hiçbir yerinde uygulamadığın yaptırımları Federe Kürdistan Bölgesi’ne uygularsan buradaki vatandaş bunu ırkçı bir yaptırım olarak ele alır. Biz Irak ile ikinci bir sınır kapısı önerirken devlet şimdiki kapıyı bypass edecek bir kapı yapacağım diyor. Bunun uygulanabilirliği yoktur. Cezalandırma üzerinden ticaret yapamazsınız. Türkiye’nin aklı maalesef halen bu noktadadır.

Komşu ülkelerle ticari ilişkiler

Son aylarda kriz gerçeğini herkes kabul etmiş görünüyor. Hükümet tarafından hazırlanan program da bunu gösterir nitelikte. Siz süreci nasıl görüyorsunuz?
Orta vadeli programa baktığınız zaman krizin ne kadar derin olduğunu görüyorsunuz. Bu, adeta bir itiraftı. 2019 ve 2020, bu seneden çok daha büyük sorunlarla ve krizle geçecek. Bu ülkede herkes buna göre önlemini alacak. Önlem anlamında sunulanlar doğru. Kesinlikle hükümet, önce devletten başlayacak bir tasarruf ve tedbirler politikasını uygulamalıdır. Uygulamazsa bu kriz kontrol edilemez bir şekilde gidecek. Bu krizin oluşmasında en büyük sorunlardan biri de hesapsız, kitapsız yatırımlardır. Tasarrufu artık ailede bile yapmaya başladık. Burada hükümet model olacak, topluma örnek olacak tasarruflar yapmadığı sürece, doğru kararlar almadığı sürece tedbirlerin oturulacağına ihtimal vermiyorum. Yatırımların önemli bir kısmı iptal edildi. Ama ülkeyi seçim havasına soktuğunuz zaman harcamalar aynı şekilde devam edecektir. Öte yandan mevcut hükümet, yıllardır iktidarda değilmiş gibi, 2 yıldır iktidara gelmiş de krizi karşısında bulmuş gibi ele alıyor meseleyi. Ama bu böyle değil. Büyümenin balon bir büyüme olduğu, kendi bakanları tarafından net olarak söylendi. Küçülmeyle birlikte işsizlik sayısında da önemli bir artış olacaktır. Şirket iflaslarıyla birlikte bu artış daha da büyüyecektir.  Bu süreci doğru bir alana çevirmek için, mevcut Orta Vadeli Program disiplini yeterli olur mu, doğru bir şekilde uygulanırsa belli bir süre sonra düzene girer. Doğru bir şekilde uygulanır mı? Doğrusu güvenlik kavramını çok fazla önüne çıkaran bir ülkede zor gibi görünüyor. Komşularla yapılan ticari hacimlere baktığınız zaman, önce bunu çözmeniz lazım. Irak, Ermenistan, Suriye ile ticaretimi nasıl artırırım, bunu önünüze koymanız lazım. Bunun için Ortadoğu’daki duruşunuzu da düzeltmeniz gerekiyor. Siz halen Irak Kürdistan Bölgesi’ni kendinize düşman olarak görürseniz, Suriye’de yaşayan Kürtleri hedefinize koyarsanız bu sorunları, bu krizleri çözemezsiniz. İhracatı geliştiremezsiniz. Ne ürettiğiniz ve ne sattığınız da önemli. İran’a, Suriye’ye, Irak’a ve Ermenistan’a sattığınız ürünlerin neredeyse yüzde 80’i kendi topraklarınızda imal ettiğiniz ürünler. Kendi değerlerinizi ihraç ediyorsunuz. Avrupa ile yaptığınız ticarete baktığımız zaman ise ürettiğinizi  değil ithal üzerinden ihracat yapıyorsunuz. Onun için Türkiye’nin Suriye’deki politikasını, Kürdistan Federe Bölgesi’yle bu anlamsız siyasi çekişmeyi gözden geçirmesi gerekiyor. Kendi içimizde yaşadığımız sorunları büyük ülkelere bağırarak çözemeyiz. Kimse bizim Barzani ile masaya oturmamızı engellemiyor. Bölgedeki Kürt yapılarıyla oturmamıza engel olmuyor. Bunun için ABD’ye bağırmamıza gerek yok. Siz meseleye herkesin temel hakları çerçevesinde bakarsanız, masaya oturur bu sorunu rahatlık çözerseniz. Ama siz tüm komşularınızı kendinizi parçalamaya yönelik bir oluşum içerisinde görürseniz, o bölgelerle ne ihracatınız gelişir ne de gece uyuyabilirsiniz. Türkiye şuan gece uyuyamaz halde.

“Büyük bir fırsat kaçırıldı”

Bir çözüm süreci vardı, bir anda bitti ve sorunlar daha da büyüdü. Konu buraya geldiği için, hep sorulan soruyu size de sormuş olayım: Ufukta yeni bir çözüm süreci var mı?
Olmak zorunda. Büyük bir fırsat kaçırıldı. Barış süreci doğru yönetilseydi bugün Suriye sorunu olmazdı. Bunu net olarak söyleyebilirim. Türkiye, Suriye politikasıyla bugün gelinen noktada artık yanlış adımlar attığını görmüş durumda. Kendileri de bunu itiraf etmeye başladı. Biz bunu çözüm süreci içerisinde çözemez miydik, diye bakıldığında, evet çözülebilirdi. Bugün gelinen noktada artık bir çözüm süreci içerisinde Suriye politikasını değerlendirme imkanı kalmadı. Ancak Suriye politikası içerisinde Türkiye’nin iç sorunu da çözülür. Ama ‘Türkiye içerisinde yeni bir çözüm süreci başlatacağız’ inancı ne toplum da ne de hükümette var. Irak’ta, Suriye’de yeni bir yapılanma olacak. Bu geçmiş yapıların aynısı olmayacak. Bu görünen bir gerçek. Türkiye, Kürt sorununu bu şekilde ele almaya devam ederse bu durum Türkiye’yi siyasi olarak çok rahatsız etmeye devam edecek. Artık diğer ülkelerin Kürt kartını Türkiye’ye karşı koz olarak kullanmaması için, Türkiye’nin bu sorunu çözmesi ve bu kartı ortadan kaldırması lazım. Türkiye’nin hangi ülkeyle ilişkisine bakarsanız bakın gündemin birinci veya ikinci maddesi Kürtlerdir. Türkiye artık bu çıkmazdan çıkmalı. Kürtlerle sorununu kendisi çözmeli. Yoksa her ülkeyle ilişkisini Kürtlere bir zarar daha nasıl verebilirim deyip kendinden ödünler vermeye devam edecek. Türkiye bunu 100 yıldır yaptı, artık bu sorunu kendisi çözmeli. Bu gücü de vardır. Diyarbakır kadar bile olmayan bir bölgeyi kendinin geleceğine tehdit olarak görmemeli. Bu bir hastalık halidir.

Kürt sorunu olmasa ekonomik kriz daha az hasarla atlatılabilirdi, diyebilir miyiz?
Türkiye şu an demokrasi konusunda çok gerilerde. Hedefine koyduğu Avrupa Birliği’ne bakışına bakın. Ticaretteki en büyük partneriniz bunlar, ilişkilerine bakın, daha çok demokrasi üzerinden sıkıntılar yaşandığını görüyoruz. Kürtler bu noktada önemli bir nüans. Suriye politikasına bakın, yine Kürtlere karşı beslediği düşmanca politikası yüzünden çıkmaz hale geldi. Aynı durum Irak için de geçerli. Türkiye’nin Kürt sorunu ile birlikte demokrasisini öne koyacak adımları atması gerekiyor. Bu sadece bir iki jestle hal olacak bir konu değil. Tarihsel bir süreci var bu işin ve Kürt sorununun artık kalıcı bir çözüme ihtiyacı var. Geleceği doğru kurgulamazsanız bu sorunlardan kurtulamazsınız. 24 Haziran seçimlerinden sonra bazı adımların atılması beklendi ama halen atılamadı. AKP içerisinde neredeyse Kürt yok denebilecek kadar az. AKP bölgeden oy alıyorsa en önemli nedeni Cumhuriyet’in kuruluşundan beri uygulanan politikaların yanlış olduğunu savunan bir dil geliştirdiği içindir. AKP bu bölgede 2007’de yüzde 44 oy aldı. Ne oldu da yüzde 18’lere düştü? Türkiye’nin sorunu bu bölgede milliyetçilikle daha çok derinleşiyor. Türkiye’yi kucaklayacak bir politika üretmeleri gerekiyor. Yoksa geçmiş partiler gibi dönemini bitirdikten sonra hiçbir kalıcı izi bırakmadan siyasetten çekilecek. Bu sorun sadece Türkiye’nin iç sorunu değil, Ortadoğu’nun en önemli sorunlardan biri. Yalnızca güvenlik politikalarıyla Kürt sorunu asla çözülemeyecek.

“Toplumda huzursuzluk var”

Seçilmiş belediye başkanlarının, milletvekillerinin cezaevinde olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu bölge bugüne büyük travmalar yaşayarak geldi. 40 bin insan öldü. 40 bin insanın neredeyse 35 bini bölgede yaşayan insanlar. Adeta her mahalleye bir tane cenaze düşüyor. Siz aynı şekilde her mahalleden birini cezaevine atarsanız etkisi toplumsallaşıyor. Bu sorunu siyaseten çözeceğim diyorsanız bu sorunun muhatabı bunlardır, cezaevlerine koyduğunuz siyasetçilerdir. Sadece siyasetçiler değil, bölgede örgütle bağı var gerekçesiyle binlerce iş insanının da ifadeleri alındı. Aralarında tutuklananlar bile oldu. Çözüm sürecinde siyaseti öne çıkaran bir dil kullanıldı. Çözümle ilgili bizim gibi STK’lar aktif rol aldı. Ve bu rolü bizlere devlet verdi. Şimdi dönüp bunları tam da bu nedenle suçlayıp yargılıyorsunuz. Toplumda nasıl bir inanç oluşur, nasıl değerlendirir? Toplumda bir endişe, bir huzursuzluk var. En kötüsü de bu. Toplum artık bu sürecin AKP tarafından çözüleceğine inanmıyor. Ama şunu net olarak biliyor, bu sorun asla güvenlik politikalarıyla çözülmeyecek. En katı yöntemler 90’lı yıllarda uygulandı. Bugünün 90’lı yıllardan ne farklı var peki? Sosyal medyanın bu kadar hakim olduğu bir ortamda yaşanan bu travmalar toplumu çok fazla etkiliyor. Kürtlerle ilgili çok önemli adımlar atan AKP’nin bu bölgede yüzde 20 oy seviyesinde olmaması gerekirdi. Kürt sorununda doğru çözümler uygularsa bölgede önemli bir karşılık bulur. Rakiplerine ‘Fırat’ın doğusuna gidemiyorsunuz’ deyip eleştiren bir AKP, içinde Kürtleri barındıramayan bir hale geldi. Bu sorunu böyle mi çözeceksiniz? Bölgeyi bilmeyen, bütün iş adamlarına PKK’ye yardım ediyor gözüyle bakan, bölgedeki bürokratları PKK’lidir deyip yükselmelerini engelleyen bir akılla mı bu sorunu çözeceksiniz? Eskiden sorunlar mahallelerdeydi, şimdi artık bu sorundan her ev etkileniyor. AKP’nin bundan bir an önce dönmesi lazım. Bir milli kimlik oluşturulacaksa, bu milli kimlikte Kürtler kendilerini görmelidir. Şuan milli kimliğin içerisinde Kürtler yok.

“Herkes tedbir alsın”

Bu krizde vatandaş ne yapsın, ne tür önlemler alsın?
Temel girdilerde büyük bir artış var. Petrol fiyatları yükseliyor, faiz oranları yükseliyor. Kendiniz üretip kendi sanayinizi oluşturmuyorsanız bunlar sizi etkiliyor. Ana girdilerinizde bu fiyat artışından kurtulma şansınız yok. Vatandaş bunu görmeli. Vatandaş da harcamasını, tasarrufunu doğru yapmalı. Harcayan bir topluma döndük. Özellikle ithalata bağlı harcama konusunda bize benzeyen bir ülke yok. Tamamen her şekilde dış markaya merak salmışız. Vatandaş da şunu iyi bilsin, 2019 ve 2020 çok da rahat bir yıl olmayacak. Vatandaş her türlü harcamasında tasarruf tedbirlerini kendilerine göre belirlemeli. Eğitim, sağlık, barınma ve yiyecek gibi harcamalarda da dikkat etmeli. Özellikle lüks tüketiminden hızla kaçınmalı. Kriz henüz yeni başladı, bunun bir de derinleşmesi olacak. Bunun tabana yayılması olacak. Bunlar vatandaşı çok etkileyecek. 2019 ve 2020 Türkiye için çok sıkıntılı bir dönem olacak. Herkes kendi evinde bir tasarruf tedbirini oluşturmalı. Fazla arabayı satmaktan tutun da fazla eşyayı satmaya kadar bir tedbir oluşturmaları gerekiyor. Elbette tasarrufun büyüğü hükümete düşüyor. Açılışlar, etkinlikler biraz daha tasarruf tedbirlerine göre yapılmalı. Bunlar vergilerimizle olan şeyler. Alışkanlıklarımızı değiştirmezsek bu krizi 2 yılda değil 5 veya 10 yılda da atlatamayız.



YENİGÜN GAZETESİ ÖZEL HABER. VECDİ ERBAY
25.09.2018 23:01:00